This is default featured slide 1 title

Go to Blogger edit html and find these sentences.Now replace these sentences with your own descriptions.

This is default featured slide 2 title

Go to Blogger edit html and find these sentences.Now replace these sentences with your own descriptions.

This is default featured slide 3 title

Go to Blogger edit html and find these sentences.Now replace these sentences with your own descriptions.

This is default featured slide 4 title

Go to Blogger edit html and find these sentences.Now replace these sentences with your own descriptions.

This is default featured slide 5 title

Go to Blogger edit html and find these sentences.Now replace these sentences with your own descriptions.

27 Şubat 2011 Pazar

'TİB BAŞBAKAN'IN ÖZEL KALEMİ GİBİ'


Türkiye Partisi Genel Başkanı Abdüllatif Şener Ulusal Kanal'da konuk olduğu programda Başbakanlığa bağlı dinleme birimi, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı'nın kuruluşuyla ilgili konuştu:

'Biliyorsunuz kanunlar ya hükümet tarafından hazırlanan, bakanlar kurulunun imzasını taşıyan bir 'kanun tasarısı'nın ya da milletvekilleri tarafından hazırlanan 'kanun teklifi'nin meclise sunulup, kabul edilmesiyle oluşur. Devlet geleneğimizde önemli kanunların 'kanun tasarısı' yolu ile yapılması vardır. Bu iktidar onu değiştirmiştir, bakanlara fazla iş düşmesin diye Başbakanın arzusuna uygun hazırlanan kanun teklifleri bir veya birkaç milletvekilinin imzası ile meclise sunulmaktadır.'

Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı'nın kuruluşuna dair kanunun bir 'kanun teklifi' olarak meclise sunulduğunu, bakanlar kurulu tarafından hazırlanmış bir 'kanun tasarısı' ile yapılmadığını özellikle vurgulayan Şener sözlerine şöyle devam etti:

'Polis vazife ve selahiyet kanununda değişiklik' adıyla hazırlanan bu kanun teklifi eski bir Emniyet müdürünün imzasıyla meclise gelmiştir. Teklife baktığımızda Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı sanki Başbakan'ın özel kalemi gibi. Başkanını doğrudan Başbakan atıyor, kurumu sadece Başbakan, istedikleri vasıtasıyla denetleyebiliyor. Devletin bu kadar çok, 100-150 yıllık deneyime sahip denetim birimleri varken, hiçbirine denetleme yetkisi verilmiyor; Başbakan'ın istediği kişiye denetletiyor. Herkesi hatta dinleme yapan kurumları bile dinleyebilecek bir kurumun böyle kurulması hiç de mantıklı değil. Herkesi dinleyecek bir yapılanma hiç örneği görülmemiş bir şekilde kuruluyor. Olmaz böyle birşey. Eğer bir ülkede böyle bir kurum varsa o ülkede yaşayan herkes 'Beni denetleyen Başbakan'dır' deme yetkisine sahiptir.

Yeni bir birim olduğu için kurulurken kamudan doğrudan atamalar yapılmıştır. Bir tanıdık bana rica etmişti; yeni kuruluyor beni oraya aldırabilir misin diye, ben o kadar uğraşmama rağmen o arkadaşı oraya aldıramamıştım.'

Sunucu Sabahattin Önkibar 'Bakan olarak, AKP'deki ilk dört isimden biri olarak aldıramadınız mı?' diye soruyor. Şener:

'Yüzlerce kişinin alınmasına rağmen o bir kişiyi bile oraya sokamadım, nasıl bir kadrolaşma olduğunu düşünebiliyor musunuz?

Ben bunları söylediğim için Başbakan hakkımda 20.000 TL'lik tazminat davası açtı. Bu bütün televizyon kanallarında, en azından alt yazı olarak sabahtan akşama kadar bunu haber olarak geçti. İlk duruşmada Başbakan davayı kaybetti, bütün basına mahkeme kararını gönderdiğim halde, telefonlarla, e-postalarla uyardığım halde Başbakan'ın mahkemeye kaybettiğini hiçbiri yayınlamadı.'

26 Şubat 2011 Cumartesi

HOCALI SOYKIRIMI'NIN 19. YILDÖNÜMÜ


Bundan tam 19 yıl önce insanlık Azerbaycan’da yaşanan soykırıma seyirci oldu.

Azerbaycan’ın Hocalı kentinde Ermeniler tarafından yüzlerce Azerbaycan Türkü katledildi.

İşte o katliamda şehit olanlar, dünyanın dört bir yanında anıldı.

1992’de kardeş ülke Azerbaycan’da bir vahşet yaşandı.

Katliamı bugün Ermenistan gerçekleştiriyordu.

Dağlık Karabağ bölgesinde stratejik açıdan önemli bir şehir olan Hocalı 413 gün boyunca kuşatma altında kaldı.

Yaşlı, çocuk, kadın 1000’den çok Azerbaycan Türkü öldürüldü. Daha doğmamış bebekler annelerinin karnında katledildi, çocuklar diri diri yakıldı.

Tüm dünyanın seyirci kaldığı soykırım ile Hocalı bir gecede haritadan silindi.

Bugün ise Birleşmiş Milletler, belgelenmiş olan Hocalı katliamını tanımıyor.

Karabağ Valisi, Milletvekili Elman Memmedov, “BM tarafından tanınmış topraklarımız var 20 yıldır işgal altındadır, BM buna niye göz yumuyor? 20 yıldır biz bekliyoruz, 20 yıldır ben doğduğum topraklara gidemiyorum” diyor.

Ermeni katillerin saldırısı sonucunda yüzlerce masum Azerbaycanlı soydaşımız katledilmiştir. Bu insanlık suçunun sorumlularını Türk milleti asla bağışlamayacaktır. Umuyoruz ki çok yakında katiller cezalandırılacak ve işgal altındaki Karabağ kurtarılacaktır. Bunu BM veya başka bir isim altındaki yabancılar değil Azerbaycan ve Türkiye'nin kararlılığı sağlayacaktır.



ARAP KAOSU İSTANBUL'DA TEZGAHLANDI


Evet Hükümet, Libya’daki Türk vatandaşlarının tahliyesi için elinden gelen her şeyi yapıyor. Peki ama bu çaba, AKP iktidarının İslam Dünyası’ndaki girişimlerini aklar mı?

Bu sütunun okuyucusu, 29 Nisan 2005 tarihinde “İstanbul’da Kadife Devrim Toplantısı!” başlıklı yazıyı hatırlayacaktır.

30 Nisan-1 Mayıs 2005 günlerinde, Topkapı’daki Eresin Otel’de “Uluslararası İslam Dünyası Sivil Toplum Örgütleri Toplantısı” düzenlenmişti. Toplantıyı görünürde “Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı” düzenlemişti. Arap Basını ise toplantıyı, aslında “Türk Dışişleri Bakanlığı Büyük Orta Doğu Projesi Genel Koordinatörü” Ömür Orhun’un düzenlediğini belirtiyor ve bu konudaki bilgileri Amerikan basınına dayandırıyordu.

***

Arap basını, toplantıya, İslam ülkelerinde ABD ve ABD tarafından fonlanan sivil toplum kuruluşlarının davet edildiğini duyurmuştu.

Katar’da yayınlanan Al Şark gazetesi, bu toplantının BOP kapsamında yapıldığını, şayet arkasında Türk Dışişleri Bakanlığı ve İslam Konferansı Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu varsa, Türkiye’nin Arap kamuoyuna bir açıklama yapması gerektiğini yazmıştı.

Al-Nil adlı Mısır gazetesinde yazan Abdullah Hasan Mustafa, toplantının, Ukrayna, Gürcistan ve Kırgızistan’da hayata geçirilen Soros darbelerinin bir devamı niteliğinde olduğunu belirtmişti.

El Küdüs El Erabi adlı gazete ise Mısır ve Suriye’deki Müslüman Kardeşler örgütü ve sivil toplum kuruluşları için ABD’nin 1.1 milyar dolar kaynak ayırdığını ve bu örgütleri kullanarak Arap ülkelerinde darbeler hazırladığını, para ile ilgili haberlerin USA News gazetesinden alındığını da yazmıştı.

***

Bu gazeteler, Türkiye’deki toplantının aslında Büyük Orta Doğu projesi kapsamında AKP ile ABD arasında imzalanan gizli bir anlaşmadan kaynaklandığını iddia ediyordu.
Anadolu Ajansı’nın 16 Mart 2005 tarihli bir haberi, bu iddiaları teyit ediyordu:

“Dışişleri Bakanlığı Geniş Orta Doğu Girişimi Koordinatörü büyükelçi Ömür Orhun, Işık Üniversitesi ve Demokratik İlkeler Derneği’nce düzenlenen ‘Büyük Orta Doğu Projesi’ konulu panelde dış politikada sadece hükümetlerin çabasının yeterli olmadığını, sivil toplum örgütlerinin de katkısının önemli olduğunu söyledi.
Emekli büyükelçi Emre Gönensay da ’Büyük Orta Doğu Projesi’nde demokrasiyle İslam’ın birarada yaşayacağı bir model düşünülüyor. Buna en güzel örnek de Türkiye’ dedi.”

***

Daha bitmedi! Katar’ın başkenti Doha’da ise 10 Nisan 2005’te “ABD-İslam Dünyası Forumu” düzenlendi. Forum’da İslamcı gruplara zeytin dalı uzatan ABD, tek şart ileri sürdü: “Silah yerine siyasi ve demokratik yolla mücadele.”

26 Haziran 2008’de kamuoyunu bir defa daha uyardık:

“Kanadalı gazeteci Mark MacKinnon, 2006 yılında İstanbul’da Başbakan Tayyip Erdoğan’ın açılış konuşmasını yaptığı Dünya Demokrasi Hareketi (World Movement for Democracy) adlı kuruluşun amacının, ‘Renkli devrimlerin Orta Doğu’ya ihraç edilip edilemeyeceğinin görülmesi’ olduğunu yazdı.

MacKinnon, NED, NDI ve IRI’nın üst düzey görevlilerinin bu toplantıda bulunduklarını da bildirdi.

Bu ne demektir?

Soros darbeciliğini bütün Orta Doğu’ya yaymak için AKP destekli bir organizasyon çalışıyor demektir!

Bugün Türkiye’de darbe karşıtlığı çığırtkanlığı yapanlar, CIA’nın örgütlediği güdümlü toplum kuruluşlarıdır.

Kimse bu sahtekârlığa aldanmasın!”

***

Tunus’tan başlayıp bütün Kuzey Afrika’yı saran sözde devrimlerin arkasında ne olduğu konusunda bir şüpheniz kaldı mı?

Görüldüğü gibi bütün veriler bugün yaşanan olaylara harfiyen uygundur!

Arslan Bulut, YENİÇAĞ

25 Şubat 2011 Cuma

ATATÜRK İHTİLALİ


Kemalizm komünizmden, şu bakımlardan ayrılır:

1. Kemalizm rejimi milliyetçidir.

Bunun anlamı kısaca şudur:
Her şey ve her şey önce, Türk milleti içindir.

Komünizmde, teori olarak, Rus yoktur; uluslararasılık vardır.

NAZIM HİKMET - VATAN HAİNİ




YENİ YARGITAY VE DANIŞTAY ÜYELERİ


Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, Yargıtay ve Danıştay’ın yeni üyelerini belirledi. HSYK yüksek yargının yeni üyelerini gece yarısı internet sitesine koyduğu duyuru ile açıkladı. Yeni isimlerden birkaçı:

Kadir Kayan - Genelkurmay'ın kozmik odalarında arama yapan Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı

Halit Dönmez - Uğur Mumcu ve diğer faili meçhullerin kovuşturulduğu Umut davası ile Sivas katliamı davasına bakan mahkemenin hakimi

Çetin Şen - Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürü, İlhan Cihaner’i İsmailağa cemaati soruşturması nedeniyle arayarak uyardığı iddia edildi

Dilaver Kahveci - Atabeyler ve Küre soruşturmalarını yürüten Ankara Savcısı

Eray Gürtekin - Malatya Zirve Yayınevi katliamı davasına bakan 3. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı

Eyüp Sarıcalar - ADD Genel Başkanı Tansel Çölaşan’ın, Melih Gökçek’e 5 bin lira tazminat ödemesine hükmeden hakim

Mehmet Tanriseven - Melih Gökçek’i imar kirliliği davasında beraat ettiren hakim

İbrahim Kır ve Mehmet Arı - Çok sayıda hakim ve savcı hakkında Ergenekon iddiasıyla telefon dinleme kararı aldıran müfettişler


Atamalara tepki olarak Danıştay başkanı Mustafa Birden Anıtkabir'e çıkıyor.

ERGENEKON DAVASINDA 107. DURUŞMA


Emekli Orgeneraller Hurşit Tolon ve Şener Eruygur’un sanıkları arasında yer aldığı İkinci Ergenekon Davası’nın 107’nci duruşması görülmeye başlandı.

Aralarında gazeteciler Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan’ın da bulunduğu 28’i tutuklu toplam 117 sanığın yargılandığı davanın bugünkü duruşmasına tutuklu sanıklar İnönü Üniversitesi eski Rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu, Başkent Üniversitesi eski Rektörü Prof. Dr. Mehmet Haberal, emekli Tuğgeneral Levent Ersöz, emekli Albay Hasan Atilla Uğur, emekli Albay Levent Göktaş, İbrahim Özcan ve Oğuz Bulut katılmadı.

Mahkeme Başkanı Köksal Şengün, sanık ve avukatlarının taleplerinin alınmasına geçileceğini belirtti. Duruşmada, geçtiğimiz günlerde emniyette gözaltında bulunduğu sırada telefon rehberine sehven bir Hizbut tahrir örgütü üyesinin telefon rehberi yüklenen tutuklu sanık Teğmen Mehmet Ali Çelebi konuştu.

"BİZ MUSTAFA KEMAL’İN ASKERLERİYİZ"

Çelebi, "Bu iddianameyi ellerimizle kazarak içerisindeki karanlığı boşalttık. Benimle ilgili suçlamalar incelendiğinde dahi bunun TSK şahsında milletimize açılmış bir savaş olduğu anlaşılacaktır" dedi. "Bu tezgahların sahiplerinin boynunu adaletin karşısında bükük bıraktım" diyen Teğmen Çelebi sözlerine şöyle devam etti:

" ’Tüfek icat oldu mertlik bozuldu’ derlerdi. Şimdi namertlik kavramı da değişti. 3 kuruşluk mermi yerini 25 kuruşluk CD’ye bıraktı. Gez, göz, arpacığın yerini, CD, bilgisayar ve enter aldı. ’Kasten" yapılan işlemlerin yerini ise ’Sehven’ aldı. Hedef dün olduğu gibi bugün de Türk askeri. Çanakkale’de yenemediler, Sarıkamış’ta yok edemediler, Kurtuluş Savaşı’nda da yenemediler. Şimdi bizi üfleyerek yok etmeye çalışıyorlar. Biz Mustafa Kemal’in askerleriyiz. Işığımız o"

BAŞKAN UYARDI "ALKIŞI İÇİNİZDEN YAPIN"

Teğmen Çelebi’nin bu sözlerinin ardından izleyiciler bölümünden alkış sesleri yükseldi. Bunun üzerine, Mahkeme Başkanı Köksal Şengün, "Lütfen mahkemeyi başka tedbirleri almaya zorlamayın. Alkışı dışardan değil, içinizden yapın" uyarısında bulundu.

Duruşma, diğer tutuklu sanıkların taleplerinin alınmasıyla devam ediyor.

DHA

24 Şubat 2011 Perşembe

AYDINLIK GAZETESİ


1 Mart 2011'de çıkacak olan Aydınlık Gazetesi'nde yer alacak yazarlardan bazılarının isimleri şöyle:

Prof. Dr. Ümit Akkoyunlu - Türkmen Danışma Meclisi Başkanı, İP Merkez Karar Kurulu Üyesi.
Prof. Dr. Sina Akşin - Tarihçi, ADD Genel Yönetim Kurulu Üyesi
Kurtul Altuğ - Gazeteci, Araştırmacı-Yazar
Prof.Dr. Korkut Boratav - İktisatçı
Tuncer Cüceoğlu - Yazar
Muazzez İlmiye Çığ - Sümerolog
Tansel Çölaşan - ADD Genel Başkanı
E. Org. Çetin Doğan
Mehmet Faraç - Gazeteci
Şükrü Sina Gürel - Eski Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı
Ünal İnanç - Gazeteci
Levent Kırca
Yalçın Küçük
Fikret Otyam - Ressam, Gazeteci, Yazar
Doğu Perinçek
E. Alb. Erdal Sarızeybek
Ferhan Şensoy
Öner Yağcı - Yazar
Prof. Dr. Afşar Timuçin -Şair
Müjdat Gezen
Banu Avar - Gazeteci

Aydınlık Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ferit İlsever, yaptığı açıklamada; “Gazetemiz kendini ‘zor günlerin gazetesi’ olarak tanımlıyor. Aydınlarımız her gün kapkaranlık bir kuyunun içinde olduğumuzu uzun uzun anlatıyor. Bir de buradan çıkışımızı sağlayacak, giderek gelişen devrim gerçeği var. Bunun olgularını her gün her düzlemde yaşıyoruz. Aydınlık bu gerçeği yansıtmakla kalmayacak, onun ihtiyacı olan çözümleri de gösterecek. Bu yüzden 'Aydınlık karanlığı yırtacak’ diyoruz. Aydınlık zor günlerden çıkmamızı sağlayacaktır.’’ dedi.

Bu arada gazetenin ilanları engellemelere rağmen reklam panolarında görücüye çıkmayı başardı.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne ilan panoları için başvuran Aydınlık Gazetesi “Yandaş basına muhtaç değilsiniz” sloganıyla verdikleri ilan başvurusuna red cevabı almıştı. “Halkımızın gür sesi” olarak değişen slogan, belediye tarafından onaylanınca ilanlar şimdi İstanbul, Ankara ve İzmir caddelerini süsülüyor. 405 farklı noktada ışıklı panolarda ilanlarıyla insanların dikkatini ve ilgisini üzerine toplamayı hedefliyor.

GÖREVİ SUİSTİMAL SUÇUNUN CEZASI İNDİRİLDİ

08.12.2010 tarihinde AKP li milletvekillerinin kabul oyu vermesiyle yasalaşan 6086 sayılı Türk Ceza Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile Türk Ceza Kanunun 257. maddesinde düzenlenen "Görevi Suistimal" suçu için öngörülen ceza düşürüldü. Ceza hukukunun kanun değişikliğinin sanığın lehine uygulama ilkesi gereği olarak şuan yargılaması devam eden yüzlerce davaya uygulanacak.

Görevi Suistimal Suçu nedir?
Görevi Suistimal suçu , görevinin gereklerine aykırı hareket ederek kişilere kazanç sağlayan devlet memurları için Türk Ceza Kanununda düzenlenmiştir.


Değişiklikten önce görevi suistimal suçu , Türk Ceza Kanunun 257. maddesinde şu şekilde düzenlenmişti. ;


MADDE 257. - (1) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan hâller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir kazanç sağlayan kamu görevlisi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

6086 sayılı kanun ile maddede yer alan "kazanç" ibaresi "menfaat" olarak değiştirilmiş , "bir yıldan üç yıla kadar" öngörülen hapis cezası "altı aydan iki yıla kadar" indirilmiştir. Değişikliğin tam metnine şu linkten ulaşabilirsiniz:


Maddenin değişiklikten sonra ki hali şu şekildedir ;

MADDE 257. - (1) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan hâller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Bu değişiklik , görevi suistimal suçundan yargılanan belediye başkanlarının davalarına doğrudan uygulanacak, karara çıkmış ve Yargıtay 'da olan dosyalar ise geri gönderilerek değişikliğin uygulanarak karar verilmesi istenecektir. Dosyaların Yargıtay 'dan ortalama iki yıl sonra geldiği düşünülürse tüm bu dosyalar zamanaşımına uğrayacak ve yargılanan Belediye Başkanları zamanaşımından dolayı beraat edicek.

Ayrıca , değişiklik ile cezanın alt sınırı altı aya düşürüldüğü için , sanıkların cezalandırılması durumunda bile cezanın ertelenerek adli para cezasına çevirilmesi söz konusu. Maddenin eski halinde cezanın alt sınırı bir yıl olduğu için adli para cezasına çevirilme ve ertelenme mümkün değildi. Alt sınırdan ceza verilmesi durumunda sanıkların Belediye Başkanlığı dahi düşmüyor.

Muhalefetin eleştirileri:

Kanunun görüşülmesi sırasında mecliste sert tartışmalar yaşandı. 

Başta Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek olmak üzere onlarca AKP 'li belediye başkanının görevi suistimal suçundan yargılanıyor olmasına ve değişikliğin yargılaması süren tüm davalara uygulunacağına dikkat çeken muhalefet parti milletvekilleri kanunun yasalaşmasına karşı çıktı.



Melih Gökçek ve TBMM Anayasa komisyonu başkanı Burhan Kuzu 'nun telekulak soruşturması kapsamında tespit edilen telefon konuşmasını hatırlatan muhalefet, "kanun değiştirilerek af çıkarılıyor" eleştirisini getirdi. 

Basına da yansımış olan o konuşmada şu diyaloglar geçiyordu ; Gökçek : “Abi şunu yapamaz mısınız, bunu 6 aydan 3 aya indiremez misiniz? 3 aydan 6 aya olunca belediye başkanları bu cezayı alıyor, paraya çevriliyor, belediye başkanlığı da gitmiyor.” Görüşmenin devamında Kuzu da “Şu anda bana gelen 140 dosya var, milletvekillerinin aşağı yukarı 50’ye yakını 240’tan (Eski TCK’daki görevi kötüye kullanma)” deyince Gökçek, “Abi bana onların listesini versene. Ben onları bir fitilleyeyim de 6 aydan 3 aya indirelim onu. Abi ben onun kulisini iyice yaparım, ortalığı kaldırırım” demişti. 

Muhalefetin eleştirilerine AKP 'li milletvekilleri "biz genel bir düzenleme yaptık, kişiye yapılmış bir düzenleme yok, CHP 'li ve BDP 'li görevi suistimal suçundan yargılanan belediye başkanları içinde uygulanacak" şeklinde cevap verdi. 

Muhalefet ise "onlar da cezalandırılsın, biz affedilmelerini istemiyoruz" diyerek oylamada red oyu kullandı. Tüm tartışmalar sonunda AKP 'li milletvekillerinin kanunun oylamasına kabul oyu vermesi ile teklif yasalaşarak yürürlüğe girdi.


ODATV’NİN BASIN DUYURUSU


OdaTV Uğur Mumcu'nun öldürüldüğü yerde bir basın açıklaması yaparak, Soner Yalçın, Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu'nun tutuklanmasına tepki gösterdi.

Basın açıklamasına, Atatürkçü Düşünce Derneği, Çağdaş Gazeteciler Derneği, Oda TV yazarları, CHP'den Nuran Yıldız, Şahin Mengü ve Kamer Genç de katıldı. Basın açıklamasında İşçi Partisi yetkilileri ile izleyici gurubu da hazır bulundu.

Basın açıklaması için ilk olarak söz alan Oda TV Ankara Temsilcisi Mümtaz İdil, basın açıklamasının Uğur Mumcu'nun öldürüldüğü yerde yapılmasının Oda TV'nin imtiyaz sahibi Soner Yalçın'ın isteği olduğunu belirterek, Soner Yalçın'ın gazeteciliğe Uğur Mumcu'nun yanında başlaması nedeniyle yapıldığını kaydetti.
İdil, bu dönemi 1947-52 arasında ABD'de yaşanan McCarthy dönemine benzeterek, Türkiye'nin daha ağır koşullardan geçtiğini vurguladı.

Oda TV yazarlarının ve çalışanların, Uğur Mumcu, Abdi İpekçi ve Ahmet Taner Kışlalı gibi basın şehitlerinden alınan bayrağı taşıyacaklarını söyleyen İdil, Türkiye'de basın özgürlüğünün ABD'den bile ileride olduğunu söyleyen İçişleri Bakanı Atalay'ı eleştirdi.

Daha sonra söz alan ADD Genel Sekreteri de konuşmasında Odatv sitesine ve yöneticilerine yapılan baskını kınadı. ADD olarak Türkiye'nin en büyük ulusalcı demokratik kitle örgütünün her türlü antidemokratik, baskıcı girişimlere karşı çıktığını hatırlattı.

CHP Tunceli Milletvekili Kamer Genç de konuşmasında, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ı eleştirdi. "Artık Türkiye'de Tayyip Erdoğan'a karşı koyacak, onunla ilgili gözünün üzerinde kaşı var diyecek kimse kalmamıştır," diye konuşan Kamer Genç, bununla ilgili yargıya gidilse bile yargının da doğru dürüst çalışmadığını kaydetti.

CHP Manisa Milletvekili Şahin Mengü konuşmasında Türkiye'nin totaliter bir rejime doğru hızla sürüklendiğini belirtti. Mengü, "Bunun son tescil edildiği nokta 12 Eylül Anayasa referandumudur. Bununla beraber demokratik rejimin teminatı olana yargının da işlevi bitmiştir," diyerek odatv'ye yapılan baskıyı kınadı.

Çağdaş gazeteciler Derneği başkanı Ahmet Abakay ise konuşmasında Soner Yalçın ve Mümtaz İdil'in 25 yılı aşkındır derneğin üyeleri olduğunu belirterek, "Dara düştüler ve bu derneğin yöneticileri olarak onların zor gününde yanındayız. Cezaevindeki gazeteciler azalsın diye uğraşırken, daha da arttıkları bir dönemdeyiz. Bu kez odatv yöneticileri ve kendisi yok edilmek istenen basın kuruluşu oldu. Zalim Amerika 20. sıradayken Türkiye 138. sırada. Biz üyelerimizin arkadaşlarımızın yanında olmak için buradayız," dedi.

Odatv yazarlarından Nihat Genç "Yazar olarak düşüncelerimi ifade etmek istiyorum. Bir olumsuz kampanya düzenlendi," diye başladığı konuşmasında daha önce Ulusal Kanal, Avrasya televizyonuna, Balbay, Özkan’a yapılan sindirme, yıldırma kampanyasının düzenlendiğini kaydetti. Genç: Evrensel ahlak ilkesi doğrultusunda yazanları susturmak girişimidir, asla susturamayacaklardır" diye konuştu
Oda TV yazarlarında Ahmet Yıldız da kısa konuşmasında, "Arkadaşlarımızın alınmasına neden olan çok önemli videolar yayınlandı," dedi. Yıldız, video kayıtlarında bulunan, "Bize Türkiye'nin envanterinde olmayan silahlar ABD'liler tarafından öğretildi," vurgusunda bulundu.

Basın toplantısına katılan İşçi Partisi temsilcisi de konuşmasında, bugün burada Soner Yalçın ve Odatv çalışanları ile dayanışma için buradayız. Bugün Tayip Erdoğan iktidarı sadece korku, yalan ve sahte belgelerle ayakta durmaktadır. Ergenekon tertibiyle başlayan süreçte gözaltına alınan tüm kişiler, AKP iktidarının yüzünü ortaya çıkardığı için tutsaktırlar. Bu tutsaklık, Tayyip Erdoğan'ın korku imparatorluğunun korkusudur, şeklinde düşüncelerini dile getirdi.

22 Şubat 2011 Salı

ERGENEKON DAVASININ 105. DURUŞMASI YAPILDI.



Emekli orgenaraller Hurşit Tolon ve Şener Eruygur ‘un sanıklar arasında yer aldığı ikinci Ergenekon davasında 105. Duruşma bugün yapıldı ve sanık Emekli Albay Levent Göktaş ‘ın savunmasını yapmaya devam etti.

Aralarında gazeteciler Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan'ın da bulunduğu 28'i tutuklu toplam 117 sanığın yargılandığı davanın bugünkü duruşmasına tutuklu sanıklar İnönü Üniversitesi eski Rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu, Başkent Üniversitesi eski Rektörü Prof. Dr. Mehmet Haberal, emekli Tuğgeneral Levent Ersöz, emekli Albay Hasan Atilla Uğur, İbrahim Özcan, Oğuz Bulut, Servet Kaynak ve Mehmet Koral katılmadı. Tutuksuz sanıklardan ise İlyas Çınar duruşmada hazır bulundu.

Göktaş, iddianamede, ''Bazı yargı mensuplarının kişisel yaşamlarıyla ilgili elde ettiği görüntü kayıtlarını ihtiyaç duyulduğu zamanda onlara karşı tehdit ve şantaj amaçlı kullanmak üzere kaydedip sakladığı'' suçlamasına dayanak gösterilen 51 No'lu DVD'nin bulunduğu Ankara’daki avukatlık bürosundaki aramayı, görüntüler eşliğinde detaylı olarak anlattı. 51 No'lu DVD'nin delil koymaya en müsait oda olan avukat Özge Evci'nin odasına konulduğunu savunan Göktaş, ''O oda büroya girdiğinizde hemen karşınıza çıkıyor. Ayaküstündeki bir oda. Benim odam ise daha içerde ve köşede. Odaya giren kırmızı kazaklı başkomiser dava dosyası içerisinden çok kısa sürede DVD'yi sanki orada olduğunu biliyormuş gibi çıkarıyor. Arama ve el koymayı yapan polis benim odam ve sekreterin odasını ise üstünkörü arıyor'' dedi.



Levent Göktaş Kimdir ?



Medyadan edindiğimiz bilgilere göre PKK ile savaşta inanılmaz yararlılıklar göstermiş, hatta Abdullah Öcalan ‘ın Türkiye'ye getiren ekipte yer almış Özel kuvvetler mensubu askerdir. Bir Televizyon programında konuşmacı tarafından aynen şu şekilde anlatılmıştır ; “Göktaş üstün vasıflara sahip kahraman ve kendisini tanıyan tüm subayların taptığı askeri bir liderdir. Yüksek irtifa serbest paraşütçüsü, su altı komandosudur. Özel Kuvvetler içerisinde 92’den beri en kritik görevlerde yer almıştır. PKK tarafından 25 kez pusuya düşürülmüştür. Bir hukuk adamı, herkesin tanıdığı saygı duyduğu gıpta ile baktığı bir insandır. Kuzey Irak’ta çok önemli harekatların tamamına katılmıştır. Çünkü o operasyonların tamamında Özel Kuvvetler vardır. Özel operasyonların hepsinde de Levent Göktaş yer almıştır. Silahlı Kuvvetlerde hiçbir subayda üç tane üstün cesaret ve feragat madalyası yoktur. Sadece onda vardır. Altı tane Üstün Birlik Yetiştirme Beratına, 180 tane takdirnameye, bir sürü şerit rozete sahiptir. Yani TSK’da bir tane daha böyle bir subay yoktur!...”

Levent Göktaş özetle ;

1. Özel Kuvvetler Komutanlığı'nın en seçkin subaylarının eğiticisi ve bir çok birliğinin kurucusudur.

2. Yüksek atlama serbest paraşütçü, dağ ve sualtı komandosu olan ilk ve tek subaydır.

3. 2 erken terfisi olan ender subaylardan biridir.

4. Yalnızca bir seferde, yaklaşık 40 askeriyle Irak'taki terör kampına girip 240 civarında teröristi etkisiz hale getiren bir komutandır. Bu operasyonların sayısını kendi de hatırlamaz.

5. Onun vücudunda et ve kemiğe ilave olarak metal de (Ameliyatla çıkarılamayıp halen vücudunda bulunan kurşunlar ve kırık kemikleri birbirine tutturmak için kullanılan metal parçalar) bulunur.

6. Barzani ve Talabani'nin, adını duyduklarında kaçacak delik aradıkları tek Türk'tür.

7. Makedonya Genelkurmay Başkanı'nın; uluslararası bir ortamda, "Benim hocam hayran olduğum ve örnek aldığım subay'dır" dediği Türk Subayı'dır.

8. Eşi Yargıtay'da görevli bir hukukçudur.

Bakın, Atatürk 31 Temmuz 1920’de Afyonkarahisar Kolordu Dairesi’ndeki subaylara yönelik hitabında yer alan birkaç cümlede neler söylemiş; “... Askerlik izzetinefsini yok etmeye gayret ettiler... Ordu, düşmanlarımızın birinci taarruz hedefi oldu. Orduyu imha etmek için mutlaka subayını mahvetmek, aşağılamak lazımdır. Buna da teşebbüs ettiler. Bundan sonra milleti koyun sürüsü gibi boğazlamakta engeller ve müşkülat kalmaz...”


DR. NECİP HABLEMİTOĞLU


Dr. Necip Hablemitoğlu belgeseli.

KIZILDERİLİLER NASIL YOKEDİLDİ?


Amerika kıtası keşfedildiğinde oraya medeniyetten önce ölüm gitti. Vahşet, hırsızlık, soykırım gitti. Peki daha sonra medeniyet gitti mi? Hayır! Çünkü oranın yerlileri Beyaz Adamdan daha medeniydiler. Hırsızlığı, adam öldürmeyi bilmiyorlardı. Huzur içinde yaşayan büyük bir aile gibiydiler.

Beyaz Adam gelince onu misafirperverce ve samimiyetle ağırladılar.Yiyeceklerinden bol bol ikram ettiler. Topraklarını açtılar. Hatta altınlarının da çoğunu karşılığında hiçbir şey beklemeksizin bu yeni misafirlerle paylaştılar. Fakat Beyaz Adamın gözü doymuyordu. Ne kadar verirlerse hep daha fazlasını istiyordu. En sonunda canlarını da istedi...

Piskopos Bartolome Las Casas, bu kitapta anlattığı her şeyi bizzat yaşadı. Piskoposluktan istifa etti. 1542 yılında yazdığı bu kitap ancak 1875'te yayınlanabildi.



ORTADOĞU'DA DEĞİŞİM


Ortadoğu değişiyor.

Bizim muhafazakar basına göre bölgede demokrasi çağı başlıyor.
Halklar diktatörlerden kurtuluyor, özgürlük ve demokrasiye kavuşuyor.

Biz bu filmi daha önce de gördük.

Amerikanın muhafazakarlarına göre de Irak'a demokrasi geliyordu.
Iraklılar diktatörden kurtuluyor, özgürlük ve demokrasiye kavuşuyordu.
İşin sonu 1 milyondan fazla ölü, bölünen bir ülke oldu.

Muhafazakarların demokrasi anlayışı tuhaftır.

***

Karadan denediler olmadı, denizden denediler olmadı. Bizim muhafazakarlar Gazze'ye yardım için kendilerini paraladılar. Miting üstüne miting yaptılar. İsrail elçiliğini, konsolosluğunu ablukaya aldılar.

Ama bizim muhafazakarlara göre Irak'ta yaşanan tecavüzler, katliamlar demokrasi sancılarıydı. Bir tek tekbir atmadılar Iraklılar için. Denizaşırı harekat kabiliyetleri varmış ama Habur'a yürümeyi denemediler bile.

Irak bizim muhafazakarların samimiyet testidir. Boş kağıt verdikleri bu testten sonra muhafazakar basının Ortadoğu'daki halk hareketlerini çok ateşli bir şekilde desteklemesinden çıkan sonuç şudur:

Oradaki halklar bugünlerini mumla arayacaklar.


21 Şubat 2011 Pazartesi

“LİBYA'YI TÜRKLERE BIRAKMAYACAĞIZ”

Seyfülislam Kaddafi : “Son mermiye kadar savaşacağız, Libya’yı İtalyanlara veya Türklere bırakmayacağız”

Seyfülislam Kaddafi dün gece devlet televizyonundan halka seslenerek, "Son mermiye kadar savaşacağız... Libya'yı İtalyanlara veya Türklere bırakmayacağız" ifadesini kullandı.
Oğul Kaddafi, "Libya, Mısır veya Tunus değil. Libya ordusu büyük rol oynayacak, Tunus veya Mısır ordusu değil. Muammer Kaddafi, Zeynel Abidin Bin Ali değil, Mübarek değil. Libya'dan bir parmak yer vermeyiz. Libya'da yaşayacak, Libya'da öleceğiz" diye konuştu.

Seyfülislam Kaddafi, babasının 41 yıllık iktidarına karşı yaşanan eşi benzeri görülmemiş ayaklanmayı "yabancı güçlerin planı" olarak tanımlayarak kınarken, protestoların bastırılmasında şiddet kullanılmasının hata olduğunu kabul etti.

Seyfülislam konuşmasına şöyle devam etti: "“Bu, Libya’nın bütünlüğünü tehdit eden muhalif, bölücü bir harekettir… Silahlarımıza sarılacağız… Son mermiye kadar savaşacağız… Libya'yı İtalyanlara veya Türklere bırakmayacağız... Ayaklanmayı kışkırtan unsurları yok edeceğiz. Eğer herkes silahlanırsa, bu iç savaştır ve birbirimizi öldüreceğiz…”

Yeni bir anayasa ve liberal kanunlar çıkarılacağı sözü veren Seyfülislam Kaddafi, halkın "yeni bir Libya" ile iç savaş arasında seçim yapması gerektiğini ifade etti. Ayrıca geçtiğimiz sene Recep Tayyip Erdoğan ‘a verilen “Kaddafi İnsan Hakları Ödülünü” de geri istedi.



Başbakanlık yetkilileri ise Libya Lideri Kaddafi tarafından Kasım ayında Başbakan Erdoğan'a sunulan ödülün ülkede yaşanan son olaylardan sonra iadesinin söz konusu olmadığını açıkladı.


Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ise “Herhangi bir Türk'ün başka bir ülkede, onların herhangi siyasi faaliyetine katılması söz konusu olmaz tabii ki. Hele hele Ortadoğu ülkelerinde buna Türkler çok daha dikkat ederler. Dolayısıyla doğru olmadığı kanaatindeyim” dedi.

Davutoğlu, bu yorumun "muhtemelen yanlış bir tarihi algılamadan kaynaklanan ifade" olduğunu belirtti. Davutoğlu, oğlu Kaddafi'nin bütün konuşmasında Türkiye ile bir olumsuzluğun söz konusu olmadığına dikkat çekti”

Seyfülislam Kaddafi , Kasım ayında ödül verdiği , onlarca ticari anlaşma yaptığı Recep Tayyip Erdoğan ‘ı ve dolaylı olarak Türkiye ‘yi bu isyanları desteklemekle suçluyor. Ülkesini Fethullah Gülen okullarına , Akp önderliğindeki Türk şirketlerine açan Kaddafi , bu kurumların ABD ve AB ülkeleri emir ve talimatları doğrultusunda halkını kışkırttığını düşünüyor. Kısacası, Recep Tayyip Erdoğan ve ekibine ben size ülkemi açtım siz ABD ve AB ile işbirliği yaptınız , beni sırtımdan vurdunuz mesajı veriyor. Recep Tayyip Erdoğan cephesi ise iddialara cevap veremeyip, yıllardır Türkiye ve Libya kardeştir gibi politik mesajlar veriyor. Kaddafi ‘nin sözlerinde doğruluk payı olabilir mi? Karar sizin.

ANADİLDE EĞİTİM - ÖĞRETİM


CHP'nin, Van'ın Edremit ilçesi Merit Şahmaran Oteli'nde düzenlediği 3 günlük 'Siyasette Barışı Stratejisi Çalışması'nın sonunda yaptığı basın toplantısında Kılıçdaroğlu, anadilde eğitim konusundaki bir soru üzerine 'Anadilde öğretime sıcak bakıyoruz, anadilde eğitimin bugün için çözülebilecek bir sorun olduğuna inanmıyoruz' dedi.

Ana muhalefet liderinin sıcak baktığı anadilde öğretim ne anlama geliyor?

Kürtçe, Çerkesce, Lazca öğretim görmüş insanlar, mesleklerini de bu dillerde yapmak istemezler mi? İlköğretimden yüksek öğrenime kadar Kürtçe eğitim almış bir kişi, Türkçe kaymakamlık yapar mı, yapabilir mi?

Anadilde eğitim bir temel insan hakkı değil egemenlik hakkıdır.

Bu bir demokrasi meselesi değil güç meselesidir.

Anadilde eğitime başlamak yeni bir millet yaratmak demektir. Ve biz buna hiç sıcak bakmıyoruz.

30 yıllık bölücü terörden sonra atılacak böyle bir adım, tıpkı soruna 'Kürt sorunu' denmesi gibi, devletin Kürtçe yayın yapması gibi büyük hata olur. Kürtçüler adım adım kazandıklarını görmekteler. Verilen her taviz daha büyüğüne zemin hazırlamaktadır.

'Kürtçe yayın yapıldı, hani memleket bölündü mü?'

'Kürt sorunu' tanımlaması Kürtçe yayını, Kürtçe yayın anadilde eğitim tartışmalarını getirmiştir. Kürtçüler, 'Devlet Kürtçe yayın yapıyor, neden Kürtçe eğitim vermesin?' diye sormaktadır. Pandora'nın kutusu açılmıştır fakat elbette kapatılacaktır.

'Başka ülkelerde farklı dillerde eğitim var. O devletlere neden birşey olmuyor?'

Bu duruma örnek gösterilen tüm devletler fedaratif kurulmuş devletlerdir. Federal devlet zaten birden fazla siyasal irade, milli kimlik demektir. Hiç bir devlette bir terör hareketinin ardından bir etnik kimliğe anadilde eğitim - öğretim hakkı verilmemiştir. Böyle bir durum devletin yıkılışı anlamına gelir.

'Herkes anadilinde öğretim görsün, anayasal kimlikte birleşelim, 'Türkiyeli' olalım!'

'Türk' kelimesine tahammül edemeyenlerden 'Türkiyeli' kelimesini benimselerini beklemek saflıktır.

Kimliğin altı, üstü, ortası olmaz. Ne kökenli olursa olsun, bu ülkede yaşayan herkes Türk'tür. Bin yıldır bu coğrafyayı Türkler idare etmektedir. Gelecek bin yılda da bu değişmeyecektir.

Alt kimlik, üst kimlik tartışmaları yeni değildir. İmparatorluk döneminde de 'Osmanlılık' üst kimliği, devleti çöküşten kurtaracak sihirli formül olarak idare tarafından denenmiştir fakat sonuç malumdur. Ne Osmanlıcılık, ne de İslamcılık imparatorluğumuzu kurtaramamıştır. Varlığımızı ve Cumhuriyetimizi Türkçülük politikasına borçluyuz.

Bir yandan ırkçılığa, milliyetçiliğe karşıyız derken diğer yandan Kürtçülerin anadilde eğitim taleplerini destekleyenlerin durumunu cahillikle açıklayamayız. Bu apaçık Türk düşmanlığıdır.

Ülkemizde 'Kürt sorunu' yoktur, devlet sorunu vardır. Yurdun genelinde devlet otoritesi kaybolmuştur. Devletin temel görevi güvenliği sağlamaktır. Şu an bu görevini ne şehirlerde, ne de kırsal bölgelerde yerine getirememektedir. Devleti devlet gibi yönetecek siyasi irade başa geldiğinde kimlik sorunu da bitecektir.




20 Şubat 2011 Pazar

BOP - BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ


TGB'nin hazırladığı BOP videosu:

'İnternetten vatan savunması yapılmaz; bilgi alınır, bilgi verilir. Ateşinizi beğendiğiniz vatansever internet sitelerinde söndürmeyin.'

'Tek başımıza hiçbir şey başaramayız. Örgütlenmek mecburiyetindeyiz; hem de bir an önce. Bu yıkımdan daha fazla yara almadan kurtulmanın tek yolu, aynı anda hareket etmektir.'


BEYAZ ZAMBAKLAR ÜLKESİNDE


Bazı devletler, milletçe korkunç krizler geçirir ya da tamamen perişan olur. Diğer bazı milletler ise hayatlarını güzel bir şekilde düzene koyar. Bu örneklerin her ikisi de yalnızca devlet adamları, bakanlar, milletvekilleri için önemli olmayıp milletin her bir ferdini de ilgilendirmesi gereken meselelerdir.

ÖZDAĞ: PKK İLE ANLAŞTILAR


Prof. Ümit Özdağ ile PKK üzerine yapılan röportaj:

* Başbakan Erdoğan ve AKP yanlısı basın yeni bir iddia ortaya attılar.
Bu iddianın özü PKK’nın terör eylemlerinin seçimlerde muhalefet partilerine yarayacağı ve PKK’nın bunu muhalefete yarasın diye yapacağı. Siz ne diyorsunuz bu iddiaya?

YURTSEVERLER ORDUSUNA SAHİP ÇIKTI


Ankara bugün yine tarihi bir gün yaşadı. Anıtkabir'e yürüyen yurtseverler, Ergenekon-Balyoz tertibini protesto ederek, Milletin Ordusu'na sahip çıktığını gösterdi. Ankara'nın çeşitli yerlerinde toplanan yurtseverler dört bir koldan Anıtkabir'e aktı. Anıtkabir ilk defa sloganlarla inledi. Yurttaşlar Ata'nın huzurunda "Mustafa Kemal'in askerleriyiz", "Millet Ordu Elele Tam Bağımsız Türkiye", "Orduya kalkan eller kırılır", "Ne ABD Ne AB Tam Bağımsız Türkiye", "Ya İstiklal Ya Ölüm" sloganlarını attılar.

TESUD Başkanı Emekli Tümgeneral Melih Tunca Misak-ı Milli Kulesi’ndeki Anıtkabir Özel Defteri’ne yazdığı yazıda, "Türkiye Emekli Subaylar Derneği üyeleri olarak, Silahlı Kuvvetlerimize karşı yürütülmekte olan asimetrik savaşın etkilerini her geçen gün, ailelerimizle birlikte derin bir üzüntü içerisinde görüyor, yaşıyor ve esefle karşılıyoruz" dedi.

Atatürk’ün Afyonkarahisar’da 31 Temmuz 1920 tarihinde subaylara hitaben yaptığı konuşmada, "Ordunun hayat ve saadet kaynağı, bağımsızlığı takdir eden milletin, kuvvetin lüzumuna olan vicdanı, imanıdır. Orduyu imha etmek için mutlaka ordunun ruhu olan subayları mahvetmek, aşağılamak lazımdır" dediğini hatırlatan Tunca, Atatürk’ün konuşmasında, "Şahsi ve özel hayatları itibariyle subaylar, fedakarlar sınıfının en önünde bulunmak mecburiyetindedirler" direktifini verdiğini söyledi.

Tunca, şöyle devam etti:

"Siz, ’Hayatında bir an olsa bile subaylık yapmış, subaylık izzetinefsini, şerefini duymuş, ölümü küçümsemiş bir insan, hayatta iken kendisine reva görülen muamelelere katlanamaz. Onun yaşamak için bir çaresi vardır o da şerefini korumaktır’ demiştiniz. Size ve milletimize bu güç şartlar altında layık olmanın inancı ve gayreti içerisindeyiz."


17 Şubat 2011 Perşembe

ÜLKÜ DERGİSİ VE KEMALİST TOPLUM


Ülkü dergisi Şubat 1933'te, halkevlerinin kuruluşunun birinci yıldönümünde, aylık olarak yayınlanmaya başlar. Halkevlerinin merkezi yayın organı olarak, 1950 Ağustos'unadek 17 yıl yayın hayatını sürdürür.

Derginin adı Mustafa Kemal tarafından 'Ülkü'den öz ülkümüzü yayma yolunda kutlu verimler beklerim' sözleri ve imzasıyla konur. Bu cümle derginin ilk sayısında Mustafa Kemal'in fotoğrafı altında yer alır.

***

Ülkünün Temmuz 1938 tarihli sayısında 'Başvekilin Nutku'na yer verilir. Nutukta Dersim isyanına değinilir ve isyancıların silahı bırakmaları, Cumhuriyet'i anlamaları için çağrıda bulunulur. Devlet içinde devlet olamayacağı, ülkenin her yanındaki vatandaşlar için tek bir yasanın geçerli olduğu söylenir:

'..Arkadaşlar Dersimliler ne istiyorlar? Kurunuvustai bir zihniyetle, orada oturup şekavet(eşkiyalık) yapmak istiyor, mal çalacağım ilişmeyeceksiniz diyor, adam öldüreceğim, kanuni takibat yapmayacaksınız diyor, silahla gezeceğim müsamaha edeceksiniz diyor, vatani mükellefiyetlerimi ifa etmeyeceğim, imtiyazlı bir insan olarak hepinizin muvacehesinde(karşısında) dolaşacağım diyor. Bilinmesi lazım gelen bir hakikat vardır ki, cumhuriyet böyle bir vatandaş tanımıyor (bravo sesleri, sürekli alkışlar). Cumhuriyet külfette olduğu kadar nimette, nimette olduğu kadar külfette müsavi(eşit) ve seyyan(denk) muameleye tabi insanlardan mürekkeptir (bravo sesleri, sürekli alkışlar). Bu hakikat anlaşılıncaya kadar kuvvetlerimiz orada fiilen bulunacaktır. Eğer ellerinde bulunan silahları teslim ederler ve cumhuriyetin emirlerine inkıyat ederlerse(uyarlarsa) kendileri için yapacağımız şey, muhabbetle göğsümüzü açıp deraguş etmektir (kucaklaşmaktır)...'

***

Ünlü siyaset bilimci Duverger her tek parti iktidarında totaliter olma doğrultusunda doğal bir eğilim olduğunu belirtir. Buna karşılık bazı tek partilerin gerek felsefesi, gerek yapısı açısından gerçek anlamda totaliter olmadığını anlatırken örnek olarak Kemalist Tek Parti sistemini vermesi anlamlıdır:

'Bunun en iyi örneğini, 1923'den 1946'ya kadar Türkiye'de tek parti olarak faaliyet göstermiş bulunan Cumhuriyet Halk Partisi sağlamaktadır. Bu partinin başta gelen özelliği, demokratik özelliğindedir. Bu ideoloji, hiçbir zaman, Faşist ya da Komünist kardeşler gibi, bir tarikat ya da kilise niteliği taşımamış; üyelerine bir iman ya da mistik empoze etmemiştir; Kemalist devrim özü bakımından pragmatiktir. Partinin yönetici kadrolarının anti-klerikal ve akılcı tutumu, onları açıkca ondokuzuncu yüzyıl Avrupa liberalizmine yaklaştırmıştır; milliyetçilikleri bile 1848'de Avrupa'yı çalkalandırmış olan akımdan pek farklı değildir...Adının 'Cumhuriyetçi' oluşu bile, bu partiyi, yirminci yüzyılın otoriter rejimlerinden çok, Fransız devrimine ve ondokuzuncu yüzyıl terminolojisine yaklaştırmaktadır...Türk Anayasası ulusal egemenlik ilkesine dayanır:'Egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur'. Faşist rejimlerde hergün rastlanan otorite savunusunun yerini, Türkiye'de demokrasi savunusu almıştır; bu da 'halkçı' yada 'sosyal' diye nitelendirilen yeni bir demokrasi değil, geleneksel siyasal demokrasidir.'

ÜLKÜ DERGİSİ VE KEMALİST TOPLUM, FİRDEVS GÜMÜŞOĞLU
TOPLUMSAL DÖNÜŞÜM YAYINLARI



16 Şubat 2011 Çarşamba

KARA TOHUM


Klasik tanımıyla insan, biyolojik bir varlıktır; doğar, yaşar ve diğer canlılar gibi, eskidiği için de ölür.

Rüya rahatsızlıklardan doğar. Rahatsızlıkları yaratan da insanın hayal gücüdür ve tüm gerginliklerin kaynağıdır. İnsanın hayal gücü ne kadar genişse, gerginliği de o derece fazla olur.

Beyin ve sinir dokusunu sarsan gerginlik, her şeye ve daha çok şeye sahip olma hırsına dönüştüğünde yıkıcı hale gelir. Bu hal, insanın kendisini varlığından daha ötede görmeye kalkışmasıdır.

Hiç kimse kendinden tam olarak memnun değildir; hiçbir zaman da kendini bütünüyle rahat hissetmez.

İnsan, doğal varlığını kabul etmez ve inkara kalkışır. Sürekli ister, sürekli bir şeylerin peşinde koşar. İşte bu, insan arzularının sonu gelmez doğası 'savaşmak' isteğinin tek ve değişmez temel sebebidir. Milyonlarca yıldır insan bu ilkel yanını aşamamıştır.

İnsan, diğer bi tanımla omurgalı memeli; her geçen asırda icat ettiği yeni araçları da kullanarak, kendi türünün soyunu yeryüzünden kaldıramadıysa da milyonlarcasının ölümünü erkene almış, onları acı, yoksulluk ve sefalete sürüklemiştir.

İnsan, kendisi ile oyunlar oynamayı sever, zihinsel numarlar ile kendini oyalayabilir, zihinsel oyunların ölçüsü kaçınca da, fikir ve düşünce düzeni bozulur. Bunun sonu da kavgaya, dövüşe ve savaşa çıkar.

Çinliler: 'Niye birbirinizi öldürüyorsunuz; aceleniz ne? Zaten hepimiz öleceğiz.' diyerek, insanların telaşını anlayamadıklarını söylerler.

Savaşma meselesinde, insanların acınacak bahaneleri de diz boyudur. Kendileri avlandıkları zaman bunu adı spor olur, gel gelelim avlamaya çalıştıkları hayvan onları öldürdüğünde, buna vahşet derler. İnsan öldürmenin adını da kendilerine göre belirleyenler vardır. Peter Üstünov'un söylediğine gibi:' Büyük ülkelerin terörüne savaş, küçük ülkelerin savaşına terör denir.' ve Albert Einstein'in 'Dünyaya hakim olan güç, ahmaklık, korkaklık ve açgözlülüktür.' değerlendirmesi; insanlık tarihi ve geleceğini tanımlayan, kavga çıkarmak için her zaman bahane bulunacağını en kestirmeden anlatan sözlerdir.

Savaşlar bundan sonra da olanca hızıyla devam edecek, daha çok bölgesel sorunlar çıkacak, insanlar kendi haklarını daha fazla arayacak ve kaynaklarına sahip çıkma duyguları çok fazla yükselecek. Ama savaşlar artık batı modeli değil, Asya savaş tarzında yapılacak, demir değil, ruh ağırlıklı olacaktır.

Coğrafi alanların doğal yapısına veya şehirleşmenin yoğunluğuna uygun olarak, kır ve şehir gerillacılığı biri diğerine göre daha ağırlık olarak uygulanacaktır. Bitirilemeyen, uzun, yıkıcı ve kemirici savaşlar, geleceğin modelidir.

Önceden haber alan, hazır olur.

KARA TOHUM, OSMAN PAMUKOĞLU / İNKILAP KİTABEVİ


SAKARYA'DA KAÇAN YÜZDE 40


Balyoz sözde soruşturması kapsamında hakkında yakalama emri çıkartılan Jandarma Kurmay Albay Mustafa Önsel İstanbul adliyesine geldi.

Kurmay Albay basın mensuplarına yaptığı açıklamasında üniformasını 30 yıldır şerefle taşıdığını, ancak bugün kendilerine darbeci denerek üniformalarının lekelendiğini, bu üniformayla Türk milletine kast edenlere karşı mücadele ettiklerini ve bu mücadelede pek çok arkadaşlarını kaybettiklerini söyledi.

'Şimdi de hürriyetimizi kaybettik ama herkes bilsin ki onurumuzu kaybetmedik ve kaybetmeyeceğiz. Fırsat verilsin 10 dakika içinde Balyoz denilen olayın safsata olduğunu ortaya koyarım. Ama görüyoruz ki bunu bilen sözde yargı mensupları savunmamızı yapmamıza bile müsaade etmeden bizi tutukladı.' dedi. Türk milletinin öncü mangası olduklarını, hukukun silah olarak kullanılmasıyla pusuya düşürüldüklerini belirtti.

Asıl pusunun Türk milletine yönelik olduğunu söyleyen Kurmay Albay'ın açıklaması şöyle devam ediyor:

'Bu gerçekten Türk milletine açılmış savaştır. Sakarya savaşı çok öğreticidir. Sakarya savaşında bu ordunun yüzde 40'ı kaçmış, yüzde 60'ı savaşmıştır. Biz savaşanların torunlarıyız. O savaşta kaçanların torunları ile savaş şimdi başlıyor.'

'Tedbirinizi alınız. Eğer bu topraklarda değerlerimizle birlikte özgürce yaşayacaksak direnmek zorundayız. Biz bu süreçte Türk milleti adına herşeyi göze alarak direnişi başlatıyoruz.'

'Adaletsizliğe karşı direnmek, bu kararı verenlere 'hukuksuzsunuz, öyleyse bizim için hükümsüzsünüz.' diye haykırmak maksadıyla cezaevinde üç günlük sembolik açlık grevi ile direnişimi başlatıyorum. Bu tamamen bireysel kararımdır. Artık bıçak kemiğe dayanmıştır. Üçüncü kez hukuk katledilerek tutuklanıyorum. Yeter artık. 14 Mart günü Silivri'deki duruşma düğünümüzdür. Bütün dostları düğünümüze davet ediyorum.'



15 Şubat 2011 Salı

CİCİ DEMOKRASİDEN İLERİ FAŞİZME


Özel yetkili Savcı Zekeriya Öz'ün talebi üzerine, Ergenekon soruşturması kapsamında, Odatv'nin merkezinde ve yöneticisi Soner Yalçın ile Barış Terkoğlu, Ayhan Bozkurt, Barış Pehlivan'ın ev ve iş yerlerinde arama yapıldı. Yalçın, Terkoğlu, Bozkurt ve Pehlivan'ın gözaltına alındı.

***

Rahip anlatır: Nazi döneminde komünist avı yapılırken 'Ben komünist değilim, beni ilgilendirmez' dedim. Hitler, sonra sosyalistleri topladı. Ben yine, 'Sosyalist değilim, beni ilgilendirmez' dedim. Hitler daha sonra Yahudileri topladı. Bu kez de 'Ben Yahudi değilim, beni ilgilendirmez' dedim. Gün gelip beni aldıklarında 'Bu haksızlığa karşı çıkacak kimse yok mu?' dedim ama geride benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.



OLAMAZ MI ?


Ergenekon adı verilen sindirme operasyonunun son sahnesi ODATV binasında ve ODATV nin sahibi Soner Yalçın'ın evinde oynandı. Oyuncular siyasal iktidarın askerlik muafiyetiyle ödüllendirdiği kolluk kuvvetleriydi. Her zaman olduğu gibi çok mühim bir suçluyu yakalama tavrıyla kameraların önündeydiler...

Niye arama yapıldı ODATV binasında, aradıkları neydi?

Halkı kin ve nefrete teşvik edecek yayın yapmak ...

Neymiş bu yayınlar diye merak ediyor insan. Neymiş bizi kin ve nefrete sevk edecek yayınlar.

Yoksa neden ODATV nin yayınladığı video olabilir mi?

Amerikalıların ergenekon polislerine eğitim verdiğinin belgesi olan, hani ergenekon polislerinin amerikalılara 'abi' diye hitap ettiği görüntülerin olduğu videolar...

Ne dersiniz ergenekon terör örgütü bir amerikan 'abi'mizin hayal ürünü olabilir mi?
OLAMAZ MI?




13 Şubat 2011 Pazar

TÜRKİYE'DE BAŞKANLIK SİSTEMİ


Amerika Birleşik Devletleri, Bağımsızlık Bildirgesi'ni yayınlamasından itibaren içişlerinde bağımsız, dışişlerinde merkeze bağlı yönetim sistemini kabul etmiştir. Bu sistemde; ulusal yönetim merkezinin (District of Colombia) olmasının yanında her eyaletin içişlerini yönlendiren yerel meclisleri vardır. Bu eyaletlerdeki meclis üyeleri ve valiler de tıpkı ulusal seçim gibi bir seçimle göreve gelir. Yani partileşme ulusal meclisin yanında eyalet meclislerinde de oluşur.

Daha açık örnek vermek gerekirse Amerikan Başkanı bir yasa tasarasını senatoya sunduğu zaman yürürlüğe girip girmemesi için eyalet meclislerinde görüşülür ve çoğunluğun uygun gördüğü şekilde yasa geçer ya da kalır. Dolayısıyla Amerika Başkanı –istese bile- ülkede bir tek adam yada dayatmacı rejim kuramaz.
Şu günlerde Türkiye’de süregelen başkanlık rejimine geçiş tartışmalarında bazı “aydınlar” sanki Türkiye’nin bu rejime geçmesi, ABD demokrasi ve yönetim mekanizmasını ülkemize getirecekmiş gibi bir görüş içerisindeler.
Realistik düşündüğümüzde Türkiye’de böyle bir iktadarın başkanlık sistemine geçmesi ülkeye gerilim ve düzensizlikten başka bir şey getirmez.Gerilim ve düzensizliği oluşturucak etmenler de şunlardır:

-Başkan istediği yasayı, partisinin çoğunlukta olduğu, senatoya sunup yürürlüğe sokabilir.
-Başkan anayasadaki ya da diğer kanunlardaki temsil ettiği görüşe uygun olmayan maddelerle istediği gibi oynayabilir yada kaldırabilir.
-Başkanın üstünde bağımsız bir siyasi yönetici olmayacağı için ülkenin kaderi bir görüşünün ellerine bırakılmış olur.

Bu maddelere ve Türkiye’nin günümüzdeki çizgisine baktığımızda ülkemizde olası bir başkanlık sistemi ülkeyi uçurum ve tek adamlığa sürükler. Yani bir takım “aydınlarımızın” öne sürdüğü gibi bir amerikan rüyası Türkiye’de olmaz, olamaz.



Paylaş