14 Ağustos 2012 Salı


‘MİT Kontrterör Merkezi eski Başkanı Mehmet Eymür suskunluğunu bozdu’ diye vermişler haberi. Söylediklerine bakınca terörün 30 yıldır neden bitirelemediğini bir kez daha anladık hatta geldiğimiz nokta için 'buna şükür' dedik. Böyle idarecilere rağmen iyi dayanmışız.

Açıklamasında ‘Türkiye'yi 1950 yılından itibaren Türkler yönetmedi.' demiş. Buraya kadar bir itirazımız yok. MİT Kontrterör Merkezi de dahil bu ülkede kilit mevkiler ulusal politikalara bağlı kalsaydı şimdi bu halde olmazdık. Ancak açıklamasının devamında bu durumun 50 yıl sürdüğünü söylemiş. Yani Tayyip gelmiş, ülkeyi tekrar biz yönetmeye başlamışız. Herhangi biri bunu derse saflığına verebiliriz ama bir istihbaratçı bunu diyorsa düpe düz bir psikolojik harekatın parçası demektir. Eymür’e göre NATO’ya biat etmeyen subaylarımızı içeri tıkan, BOP eşbaşkanı Tayyip, memleketi yabancıların idaresinden kurtarmış.

Bu saçmalıklardan sonra sıra gerçeklerde. Vatanseverlik suçundan tutuklu Tümamiral Cem Gürdeniz’in açıklamasından:


 …

İlerde tarih kitapları, Türk deniz tarihinin bugünlerini anlatırken, bindiği dalı kesen Türkiye’nin durumunu açıklamakta zorlanacaktır. Gelecekte yazılacak bu kitaplardan birinde özgürlüklerimizin çalındığı bu günler sanırım şöyle anlatılacak: “2008 ile 2012 yılları arasında Türk Deniz Kuvvetlerine dünya deniz tarihinde örneği görülmemiş bir saldırı yapıldı. Bu saldırıda Deniz Kuvvetlerinin komuta yapısı hedef alındı. Görüntüde kuvvet yapısına dokunulmadı; ama bu saldırı ile moral ve komuta kontrol birliği çökertildi. Bu saldırıyı yapanlar, şüphesiz Türk Deniz Kuvvetlerinin emperyal yapının kontrolü dışında güçlendiğini, onun iradesi dışına çıktığını ve gelecekte Avrasya/Ortadoğu merkezli bir çatışmada ulusal çıkarları emperyal çıkarların önünde göreceğini tahmin etti. Zira tarihinde, sadece ulusal çıkarlara hizmet eden Cumhuriyet Donanması Karadeniz, Ege ve Akdeniz’de Anadolu’nun deniz çıkarlarını sadece korumadı, aynı zamanda geliştirdi. Türklerin denizcileşmesinin lokomotifi oldu. Bu saldırı Osmanlı deniz tarihinde yaşanmış Çeşme, Navarin ve Sinop baskınlarından çok farklıydı; çünkü bu baskınlarda Türk Donanması düşmanlar tarafından yakılmış, Türklerin kendi içinden düşmana yardım eden ve Donanmayı iç cepheden çökertmeye çalışanlar olmamıştı.Oysa, 21’inci yüzyılın başındaki baskın çok farklıydı. Zira baskını yapanlar; tetikçi olarak çalışan, sahte dijital belge üreten, sahte delil eken, yalan ve iftiralarla dolu fezlekeler düzenleyen, sahte haberler yaparak Deniz Kuvvetlerini, çete kuran, fuhuş, casusluk, şantaj yapan, Amirallerine suikast planlayan suç şebekesi gibi gösteren ve bu masum vatanseverleri tasfiye edenler onların kendi silah arkadaşları, polisi, savcısı ve medyası yani kendi vatandaşları oldu. Ancak “iç savaşlarda” yaşanabilecek böyle bir durum, dünya tarihinde ilk defa gözlendi.

Bu kadar güçlü bir Donanmanın, Hükümeti’nin ve Parlamentosu’nun gözü önünde zayıflatılmasına, komplolar kurulmasına, moralinin çökertilmesine, denizde bir çatışma yaşansa en yetenekli denizcileri hapiste tutulduğu için kaybetmek riski ciddi şekilde artmasına rağmen, yüzlerce seçkin denizcinin iddianamelerde yer alarak çoğunluğunun tutuklanmasına bir çok stratejist ve analist anlam veremedi.

Ancak 2011’den sonra yaşananlar bu komplonun yüksek stratejisinin tasarlandığı emperyal yapının ne kadar haklı(!) olduğunu ortaya çıkardı. Onların düşünce yapısı son derece sade idi: Anadolu’nun stratejik baskı altında tutulması için önce Donanma yok edilmeli ya da (istenen şekle) dönüştürülmeliydi. Bunun için gemileri batırmaya hiç de gerek yoktu. O gerekirse zaten akıllı füzeler ile kolayca yapılabilirdi. Hedef Donanmanın beyin takımı olmalıydı.

 O yıllarda acil yeni enerji kaynaklarına ihtiyaç vardı. Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) endüstriyel medeniyeti sürdüre bilmek için 2030’a kadar altı tane yeni Suudi Arabistan’a ihtiyaç var diyordu. Petrol bitiyor nerede olursa olsun yeni kaynaklar bulunmalı, mevcutlar Irak ve Libya’da olduğu gibi küresel sermayenin kontrolüne alınmalı, diyen yüksek emperyal irade bu yolda önüne çıkanı ezmeliydi. Doğu Akdeniz petrol ve gaz kaynıyordu, ancak Türk Donanması kendi alanlarını ve Kıbrıslı soydaşlarının gelecekteki çıkarlarını korumak uğruna bu alandaki faaliyetlere mani oluyordu. Daha da kötüsü Karadeniz’de beş sahildar ülkeyi de yanlarına alarak dünya denizlerinde örneği görülmeyen bir başarı ile başta BLACKSEAFOR ve Karadeniz Uyumu Harekâtı olmak üzere çeşitli girişimlere liderlik ediyor ve Karadeniz’i dış dünyanın karmaşasından ve askeri rekabetinden uzak tutuyorlardı.

 Bunların üzerine bir de Heybeliada isimli korveti yüzde 70 ulusal olanaklarla inşa etmediler mi? Emperyal güçler ne diyordu? “Anadolu denizci ve Atatürkçü olmamalı. Aksi takdirde Türkleri tutamazsınız.” O halde söz konusu iki kavramın en çok geliştiği kurum olan Türk Deniz Kuvvetlerinde emperyal çıkarlara karşı duran Amiral, subay ve astsubaylar ile potansiyel yetenek ve düşüncede olanlar yok edilmeliydi. Geri kalanlar da polis fezlekesi ve malum medyada fuhuşçu, suikastçı, şantajcı ya da pornocu olarak kapak olmak tehditleri ile baskı altında tutulmalıydı. Haksızlıklara ve oldu bittilere karşı sesini çıkaran biri oldu mu, sahte bir e-posta ve dehşetli bir fezleke ile içeri atılmalıydı.”

Gelecekte yazılacak bu kitabı okumaya devam ediyorum. Bakın 2012 sonrası için neler yazılmış:

“Türkiye Cumhuriyeti Atatürk’ten ve Cumhuriyetin kurucu felsefesinden her gün uzaklaşmış. Devletin jeopolitik ve stratejik çıkarlarını koruma refleksi diye bir kavram kalmamış. Türklük, vatanseverlik ve Mehmetçik gibi kavramlarının yerini daha çok “para”, “puan”, “kontör”, “borsa endeksi”, “şimdi eğlence zamanı” gibi kavramlar almış. Kuvvetler ayrılığı ortadan kalkmış, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı yok edilerek her kavramın yandaşı ortaya çıkmış. Gelelim denizlere; Türkiye’nin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin de haklarının olduğu sahalar dâhil olmak üzere, Doğu Akdeniz’de o yıllarda 13 milyar varil petrol ile 21 trilyon m³ doğal gaz bulunduğu tahmin ediliyormuş. Doğu Akdeniz’de İsrail ve GKRY ittifak halinde, Doğu Akdeniz’deki en büyük doğal gaz kaynaklarına erişmişler. Küresel sermaye ve enerji devleri bu duruma çok sevinmiş. Zira Doğal gaz kapasitesi Hazar havzasının neredeyse üç katına yakınmış. 2011 yılında Japonya’da meydana gelen deprem ve tsunami sonrası pek çok Avrupa ülkesi nükleer santralleri kapatmak kararı aldığından, enerji açığının doğal gaz ile karşılanması kaçınılmaz olmuş. O nedenle Akdeniz kaynakları, Libya sonrası küresel sermayeye ilaç gibi gelmiş……”

...

 Açıklamanın tamamı: Cumhuriyet Donanmasına Veda Ederken /Tümamiral Cem Gürdeniz

0 yorum:

Yorum Gönder

Paylaş